Doğanın olduğu
gibi temsili yerine, iç dünyanın ön plana çıkarıldığı 20. yüzyıl sanat
akımı
Politik
istikrarsızlık ve ekonomik çöküntü ortamında Almanya'da pozitivizm, naturalizm ve empresyonizm akimlarina karsi olarak ortaya çıkmıştır.
19. yüzyıl gerçekçilik ve
idealizmine karşıt anti-natüralist öznelliğe sahip bir bakış açısı içerir.
Dışavurumculuk
daha önceden kullanılmış olsa da dışavurumculuk sifati sadece XX. yuzyil sanat
eserlerine verilmektedir
Teknikler:
Bozulmuş çizgiler,
şekiller ve abartılı renklerle sanatçının iç dünyası yansıtılır
Sivri keskin
çizgiler, kırmızı ve tonları öfkeyi, dairesel oluşumlar, mavi ve tonları daha
çok sakinliği vurgular
Edward Munch, Kirchner, James Ensor ve Oscar Kokoschka bu akımı takip eden sanatçılardır
Dışavurumcu mimari:
1910 ve 1930
yılları arasında özellikle Almanya'da etkisini gösteren
ekspresyonist mimari, bu anlamda da Bauhaus okuluyla
paralleklikler taşır.
90 derecelik açıyı
ortadan kaldırmak temel teknik olarak düşünülür
İşlevselliği
formla bütünleştirme amacı, alışılmamış formların ve yeni malzemelerin
kullanılmasıyla ifadeci mimarlık anlayışının kendine özgü dinamiklerini
oluşturur
1933 yılında nazi yönetiminin Almanya'da başa geçmesinden 5 yıl sonra
ekspresyonist sanat yok olmuştur. İkinci dünya savaşından sonra ise brütal bir
anlayışla etkinliğini yeniden göstermiştir.
1960'larda yapılan Sydney Opera Binası ise, postmodern ifadeciliğin
en önemli yapıtları arasında gösterilir.
Dışavurumculuk, kübist, minimalist ya
da fütürist anlayışlarla
da özdeşleşerek temel bir sanatsal ifade olarak canlılığını sürdürür.
Bruno Taut'un 1914de Köln'deki "Werkbund
Sergisi" için hazırladığı "Cam Pavyon" ve Erich Mendelsohn'un 1921'de bitirilmiş olan Potsdam'da bulunan
"Einstein Kulesi" ve Hans Poelzig'in tiyatro direktoru Max Reinhardt icin hazirladigi Berlin'deki "Grosse Schauspielhaus" tiyatrosu ic
dekorasyonu ekspresyonist mimarlığın onemli ornekleri olarak bildirilir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder